" Irmakları takip ederek denize ulaşmak " Oğuz Kaan'dan miras kalmış kutlu bir hedefti Asya bozkırlarının milletine. Çağrı Bey'in 1015 yılında üç bin atlıyla Cend'den başlatacağı Kolaçanlık Seferi büyük bir başarıyla sona ermişti. Tam altı yılda gerçekleştirilen bu sefer; batıya, Anadolu'ya, ötelere ulaşmayı sağlayacak ve altı yüz yıllık bir millet koşusuna dönüşecekti. Anayurt'ta kalanlar ve Anadolu'ya göç edenler arasındaki uyum ve dayanışma nesilden nesile aktarılıyordu. Bayrakların rengi, devletlerin adı değişse de bu anlamlı koşu ve dayanışma sürüyordu.
Çar Petro'nun sıcak denizlere ulaşma vasiyetini uygulama yolunda yürüyen Rusların steplerden bozkırlara, Kafkaslar'a doğru yayılması Atayurt ve Anayurt Türkleri arasındaki bu dayanışmayı bozmuştur. Bazı tarihçiler tarafından göz ardı edilse de XVII. yüzyıldan itibaren başlayan Osmanlı düşüşündeki en önemli sebep bu dayanışmanın bozulmasıdır. Yesevi dervişlerinden, Ali Kuşçulardan, uçlarda görev alan yeni Türkmen boylarından mahrum kalan Osmanlı'nın gücünü koruyabilmesi oldukça zordur.
Viyana önlerinden geri dönüşün başlaması, çöküşün hızla yaşanması, sömürgecilik, I. Dünya Savaşı ve Sevr Paylaşılan Anadolu ve başlayan Kurtuluş Mücadelesi. İkinci 26 Ağustos ve kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti. 29 Ekim 1933 tarihinde konuşuyor Mustafa Kemal Atatürk; " Sovyetler Birliği bugün müttefikimizdir. Bu dostluk sürecektir. Onların sınırları içinde yaşayan kardeşlerimizle aramızdaki köprülerin sağlam tutulması gerekir. Bu köprüler tarih, dil ve din birliğidir. Bu köprülerin sağlam tutulmasının yararlarını Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla göreceksiniz. "
Ve yıl 1995. Sovyetler Birliği dağılmış, bağımsız Türk Cumhuriyetleri kurulmuştur. İşte onlardan birinde kurulan Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi'nde Türk Dünyası Tarihi öğretiyorum. Yüzlerce yıllık hasretin dinişini adım adım yaşayarak, ayrılık yaralarını tenimde, gönlümde ve beynimde hissederek geçiyor günlerim. Görüyorum ki ayrılık yıllarımızda çok şeyler kaybetmişiz. Şükürler umutlara destek. En çok burada gün düne eşit olmamalı. En çok burada sorulmalı bugün ne yaptım diye.
Rektör yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kavuncu'ya sunduğum projelerin gerçekleştirilmesi gösteriyor ki güzel ve kalıcı şeyler yapabilmek mümkün. " Abılay-Atatürk Kardeşlik Koşusu "nu Çimkent, Kentav ve Türkistan'da üç şehirde birden yapıyoruz. Birincilik ödülü için ne büyük gayretler harcandığını görmeliydiniz. Bir haftalık Türkiye tatili. Türkiye'yi görebilmek, bütün Atayurtluların hayalini süslüyor. " Fuzulî ve Arif Nihat Asya Şiir Şöleni " nelere, ne kadar susadığımızı gösteriyor. Bütünleşme konusunda karşılaştığımız fırsatların en büyüğünün Nevruz olduğunu yaşayarak öğreniyoruz.
Haftalar öncesinde başlayan Nevruz hazırlıkları gün yaklaştıkça yoğunlaşıyor. Bütün kış boyunca sitelerin etrafında yükselen çöp tepeleri temizleniyor. Evlerde, sınıflarda başlayan temizlik kampanyası bütün okulları, mahalleleri, şehirleri kaplıyor. Üniversitenin temizliğini de öğrenciler yapıyor. Etrafta bir çekirdek kabuğu bile kalmıyor. Bütün ağaçlar kireçle boyanıyor. O günün anısına bir fidan dikebilmenin telaşı ve fidanların en güzeli ziyaretçi akınına uğruyor. Turgut Özal'ın Çimkent'i ziyareti anısına diktiği çınar hızla gelişiyor.
Nevruz'un nasıl bir kardeşlik günü olduğunu Atayurt'ta yaşayınca anlıyorsunuz. Küslerin gerçekten barıştığına şahit oluyorsunuz Nevruz hatırına.
Nevruz adına söylenen sloganların en güzellerinden, en yaygın olanlardan biri: " Taş atana aş at ". Binlerce yıllık tarihimizdeki toy geleneğinin günümüze yansıması Nevruz'un bir başka yönü. Nevruz yaklaştıkça toyların zenginleştiğini görüyoruz. Sert geçen ve uzun süren kışlardan sonra hakanlar verecekleri büyük ziyafetlerle halkını doyurmuşsa, hatta Yağmalı Toy'la halkından ayrı olamayacağını bildiren, " Siz açsanız ben de aç kalmalıyım. İşte bütün atım, aşım, davarım yağmalayın." diyebilen hanlar benim hanım... Çıplağı giydiren, açları doyuran, fakiri bay kılan, halkı için gece uyumayan, gündüz oturmayan Bilge Kaanlarla yaşadığınızı hissediyorsunuz o an ve Nevruz adına bu geleneği yaşatabilmek için sürüsünün son koyununu kesen, maaşının son tengesini harcayanları görüyor ve ‘ bize ne oldu? ' diye sormaktan kendinizi alamıyorsunuz. Selçuklu'yu kuran Kınık boyunun " Bir lokmasını bile yemedik " dediği Sultan Sencer'e isyan edişini nasıl unutabilirim? Delikli akçe toplama yüzünden vergi memurlarını cezalandıran Orhan Bey'in Yağmalı Toy'unu nasıl unutabilirim? Ya Batı Türklüğünün ne yazık ki Rambo'nun Afganistan macerasını anlatan filmiyle Buzkaşi adıyla tanıdığı Kökbar? XX. yüzyılın savaşsız dönemine damgasını vuran futbolun at üzerinde oynanması. Oğlak Kapmaca adıyla binlerce yıldır oynanan bir oyun. Türk'ün güreşten bile daha millî sporu. Dünyada en çok izlenen ve izlenecek olan sporun futbol olması boşuna değildir. Zekânın, çevikliğin, hırsın, kabiliyetin, uyumun sporudur futbol. İzleyenler de bu sebeple oynayanlar kadar zevk alır futboldan. Milimetrik bir vuruş, zarif bir hareket milyonları aynı anda ayağa kaldırır. Küçücük bir hata milyonlarca yüreği yaralar... Ya Kökbar? Futbolun at üzerinde oynanışı. Kendi sahalarına dizilmiş atlıların başlama işaretiyle santradaki oğlağa doğru yıldırım gibi saldırması. Toynak seslerinin, at kişnemelerinin tozun, kamçının, kartal bakışlarının, aslan pençelerinin aynı noktada birleşmesi. Zannedersiniz ki kafa kafaya girmiş atlardan, toynaklar arasına dalmış kollardan kırıklar, kanlarla çıkılacak... En çevik, en güçlü ve en zeki olanın üstelik sadece takım arkadaşlarıyla değil atıyla da uyumu en güzel sağlayanın kucağında görürsünüz oğlağı. Oğlağın karşı takımın kalesine bırakılıncaya kadar geçen sürenin her anı zevkle izlenir. Ve kökbar sadece Nevruz döneminde oynanır.
Baharın gelişi bütün dünya için sevinç kaynağıdır. Tarihte en çok bizim için önemliydi gelecekte de bizim için önem taşıyacak. Unuttuğumuz değerlerimizin pek çoğuna Nevruz'la birlikte yeniden sahip olacağız.
Reşat GÜREL